Hayatımıza belli dönemlerde insanlar giriyor ve birkaç hoş sohbetten sonra onları tanıdığımızı düşünüyoruz. Ben de öyle düşünüyordum. Ta ki Kaplumbağaların Ölümü ve onun yazarıyla tanışana dek. Kitabın içindeki ve yazarın asla yüksek sesle söylemekten korkmadıklarını okuyana dek. Kitabın iç sesiyle buluştuğum andan itibaren her şey gözüme daha farklı gelmeye başladı. Bu kitapla birlikte öğleden sonra güneşi anlam buldu. 18.49’daki gün ışığını beklemeye başladım. Çocukluğuma inip “bende aynı şeyleri hissetim” demeye başladım. Yanı başımda duran bir insanın içinde neler yaşadığını bilemezken İsmet’te Sevgili Z. de seni buldum. Bu kitabın düşüncelerinle birlikte yazı yazmanın gücünü keşfettim.
Sıradanlığın bu kadar gizemli olduğunu “Kaplumbağaların Ölümü” kitabında anlayabilmek müthiş keyif veren bir deneyim.
Perdeler, Kaplumbağaların ölümü, Sevgili Z.’nin sayıları, Hop Kuşu, Yaz Ortasına Bir Güzelleme ve Adım Adım Leyla Çıkmazı…
Hani kötü bir olay yaşarız ve hayatımız gözlerimizin önünden film şeridi gibi geçer ya, Kaplumbağaların Ölümü’nü okurken her satırında kendinizden bir parça bulacaksınız. Sizi geçmişe götüren bu kitap, aynı zamanda geleceğinize yön verecek. Hikayelerdeki karakterler tanıdık. Adeta hayatın içinden. Okumaya başladığınız anda betimleme yapacaksınız.
Perdelerin ardındaki silüeti takip eden kahramanımız saliselerle yarışırken, siz de o kahramanla birlikte o evin içinde oluveriyorsunuz. Kaplumbağaların Ölümü’ndeki İsmet’in hayata karşı bakış açısı sizi uzun uzun düşündürecek. Kahverengi kumaş pantolonla olan mücadelesi, deri koltuğun pantolonla olan inatlaşması, sadece tarih öğretmeninin uzun bacaklarını ve kaplumbağaları önemseyişi, düşüncelerinden, hatta kendinden sıkılışı aslında hayatın içindeki aynamız oluyor. İsmet’in sesi kırılmış bir bardak. Bu öyküde İsmet’in terlediğini kimse anlamadı. İsmet’in o kapıdan çıkıp gidişini kimse umursamadı ama öykü bittiğinde İsmet’in hayatında neler olup bittiğini çoğu kez düşündük. İsmet artık ölülerden korkmuyor. Şeftalileri önemsiyor. İsmet Semra’yı düşünüyor.
Her sabah çerçevelerinden memnun ama kapılardan memnun olmayan Sevgili Z. Sütten nefret eden ama beyaz renkten hoşlandığı için her sabah altı bardak ballı süt içen Sevgili Z. Parmaklarının sayısının 5 olmasından yakınan Sevgili Z. 6 Nisan 2015’te saymayı unutan Sevgili Z. Senin her cümlene minnettarım. Seni o kadar güzel betimledim ki bir gün görebilme arzusuyla okudum her satırını. Su damlalarının delirme ihtimali, delirince ne olduğunu merak edişi ve sonra su damlalarının delirince ıslandığını fark etmesi…
Bir insan özgürlüğüne 70 yaşında kavuşursa ne hisseder? Bunu hiç düşündünüz mü? Bu cümleyi okuduğumda kafamın içinde oluşan düşünceleri tarif etmem imkansız. Düşündüğümde tek hissettiğim şey korkuydu. Özgürlük! Ne büyülü bir kelime. Bu kelimenin büyüsüne işte o zaman kapıldım. Eğer bu kitabı 70 yaşında okumuyorsanız bu soruyu enine boyuna bir düşünün. Düşünün ki sizin özgürlüğünüz kaç yaşında başlamış onu bulun.
Bütün evi baştan aşağı küle döndürecek ama asla yan daireye sıçramayacak bir yangın düşündünüz mü? Bu olası bir durum mudur?
Vantilatörün önünde hangimiz şarkı söylemedik ki? Önünde uzayan, uzadıkça detone olan sesimizde şarkılar söyleyen çocukluğumuz bir anlığına dışarı çıkıyor bu kitabı okurken.
Ve Leyla. Onun neden öldüğünü hiçbir zaman anlayamamak ne acı bir durum. Hiç sevmediğin birini sevmediğinden, çok sevdiğin birini sevginin ağırlığında öldürmek gibi Leyla’nın ölümü. Onu beklerken ona ulaşamamak gibi bir şey.
Birini hareketlerinin sesinden tanımak tanımanın hangi seviyesine girer diye sormuş yazar. Yazar, kitabın son sayfasına kadar bize sorular soruyor ve bu soruların cevabını ararken hayatı sorgulatıyor. Yaşanmışlıklarımızı, yaşayacaklarımızı düşündürüyor.
Son söz; Leyla’dan emin olmak ne ciddi bir müessese…
Fatma Nur Kaptanoğlu, seninle tanışabildiğim için çok mutluyum.
Siz de tanışmak isteseniz: https://www.kitapyurdu.com/kitap/kaplumbagalarin-olumu/433328.html